15 Eylül 2010 Çarşamba

Sanayide Egzos Taktırmanın En Keyifli Aktivite Olması?


Artık mobilize bir insanım. Onun yanı sıra, sevgilisinden ayrılmış, iş değiştirmiş, ananesini kaybetmiş :( de bir insanım.


Her ay yazı yazma istikrarımı birtakım çalkantılarda sürdürmek istemedi canım. Bu arada bir dolu değişiklik oldu hayatımda. Ama kötü değişiklikleri ben nedense paylaşmak istemiyorum. Kendim de herkesin sadece dert anlatmasından ve güzel şeylerden bahsedilmemesinden baymışım da ondan herhal. İyi bir şeyler olsun da onları paylaşayım istedim.


"Eski" iş yerimde koşullarda anlaşamayınca resti çektim ve iş aramaya başladım. 2 ay sürdü bu dönem. Kendini garantiye almadan niye rest çektin dediler, bir iş bulmadan niye böyle bir çılgınlık yaptın diye tepki verenler oldu. Özellikle bir şey yapmadım, olaylar öyle gelişti. Ben de tercih etmezdim kendimi garantiye almadan işsiz kalma riskini göze almayı, fakat 1 yıl uğraşıp düzenleme yaptırmayınca, arada bir de kriz yiyip elim kolum bağlanınca, uzun süreli gerilimle bir yerde patladım ben de. Neyse ben iş aradım şirket yerime birini aradı derken, aynı zamana denk geldi ve ben bir üst pozisyonda istediğim gibi bir işe geçtim, o sırada yerime birini buldular :) İşsiz kalma kabusum böylece sona erdi. Ekip yöneteceğim bir işe geçerek de şeytanın bacağını kırmış oldum.


Çalıştığım yerde artık servisim olmaması beni araba almaya hem de onu kullanmak zorunda kalmaya mecbur etti! Başka türlü bu işi çözemeyecektim zaten. İkinci el Peugeot 206 marka bir arabam var şimdi. Aşığım kendisine :) Kah Tomtom Navigator hediye ediyorum yeni aşkıma, kah OGS alıyorum incesinden, kah krom egzos borusu seçiyorum. İlk araba sevgisi de ilk çocuk sevgisi gibi bir şey midir nedir, manyak oldum. Yaklaşık bir aydır hem bununla uğraşıyorum; satın almasıydı, kredisiydi, servisiydi, kaskosuydu... Hem de sabah akşam köprü geçiyorum arabayla. Tek başıma değil şimdilik. Eski sevgilim hem arabanın alınması ile ilgili tüm işlemlerde, hem de araba kullanımı hakkında kahrımı çekiyor bir aydır, gönüllü olarak sağolsun.
Şimdilik fena gitmiyorum. 2 hafta içinde trafik canavarıyla başbaşa kalacağım, bakalım nasıl olacak.


29 Nisan 2010 Perşembe

Sürme Obsesyonu Volume III - Kapadokya'da Atv Turu ve Zavallı Ağaç

Bayramları tatillere dönüştüğünde severim. Bayramlar tatile dönüştüğünde gitmeyi daha çok severim :) Bu sefer gidiş rotası Kapadokya idi. Tarih ve mistisizm yüklü parkurlarda 3 gün ve kilometrelerce süren yürüyüş. Gitmeyi severim. Yürüyerek gitmeyi daha çok severim :)

Havanın güzelliği -yağmursuz, açık, serin- verilmiş bir armağandı diye düşünüyorum. Bu kadar güzel geçeceğini tahmin etmemiştim. Ve doğaya karşı bu kadar dayanıklı olduğumu. Hiç bir detayı kaçırmamak için o kadar çok fotoğraf çektim ki, makinamla bütünleştim. Hem birbirimize yeni yeni alıştığımız için Kapadokya; tüm ayarlarını çözmek ve ona iyice aşina olmak için çok güzel denk geldi.

Başlıktan anlayacağınız gibi bisiklet sürme ve direksiyon derslerimi bir sentezle taçlandırma fırsatım oldu sevgili okurlar. İlk sefere rağmen hiç de fena değildim. Peri bacalarının arasında ve kızıl - toprak renkli yeşilli manzaranın tam içinde hız yapmak, doymadığım bir aktivite oldu. Keşke saatlerce sürseydi değil mi ya??

Geçirdiğim küçük kazanın mor izi bacağımda, aklım Kapadokya'nın dinginliğinde, bu bahar çok güzel geçsin :)

10 Mart 2010 Çarşamba

-Frenin altında yumurta varmış gibi düşün. -Çiğ mi haşlanmış mı?


On yılı aşkın süredir (tamı tamına 12) yıldır ehliyetim olmasına rağmen aktif kullanamıyorum. Arabam olmadığı için kullanmak zorunda da kalmadım ama içimde bir uktedir. Zaman zaman rüyamda görüyorum araba kullandığımı. Kendimi yüzerken gördüğüm gibi biri rahatlama sarıyor içimi.

Araba kullanmayı öğrenmek için ablama zaman zaman baskı yaptığım, beni çalıştırmadığı için küstüğüm filan olmuştur. Sonunda sevgilim beni direksiyon çalıştırmaya başladı, hem de kendi isteğiyle :)

Başlıktaki diyalog tamamen gerçektir :) Ani frenlerimden beyni sarsılan sevgilimin hafif fren yapmam için verdiği örnek alternatifleri; yumurtayı kırmadan veya kayısıyı pörtletmeden frene basmam yönündeydi. Yumurta örneği mantıksız geldi. Haşlanmış bile olsa soyulmuş değilse yine kabuğu kırılır ki ne kadar hafif basılırsa basılsın? Altındaki kayısıyı pörtletmeden frene basmak çok daha uygun geldi. Böylece sarsmadan fren yapmayı öğrenenebildim. Birazcık sağdan soldan mesafeleri, manevra yapmayı tecrübe ettim.

Bu arada fren yerine gaza basmak, içi koruma dolu bir aracın yanında (ben farketmedim bile!) adamlar işkillenene kadar kilitlenip kalmak, arkamdaki bir araca yol vermek için budanmış ağaç dallarının arasında arabayı durdurmak ve aslında yol verememiş olduğumu görmek (resmen çapraz durmuşum tek şerit yolda?) gibi faaliyetlerim de oldu, fakat tek çizik yok şimdilik :)

Havalar ısınsın bisiklet sürmeyi öğrenme maceralarıma geri döneceğim. Her şeyi yarım yarım öğrenmek ne kötü yahu?

24 Şubat 2010 Çarşamba

Homeopati


Homeopati'den 3 yıl kadar önce, bu konuda ders almaya başlayan terapist bir arkadaşım sayesinde haberdar oldum. Geçtiğimiz hafta, Amerika'da yaşayan bu arkadaşım bir süreliğine Türkiye'ye geldi ve beraber 1,5 saatlik bir seans gerçekleştirdik.

Homeopati çok yüzeysel bir tanımla, kişiyi psikolojik ve fiziksel tüm yönleriyle ele alarak, yan etkisi olmayan doğal ilaçlarla tedavi eden bir disiplin. Homeopati vücudun kendi kendini iyileştirme yeteneği olduğuna inanıp bunu doğal bir tedaviyle ortaya çıkarır. Fiziksel hastalıkların temelinde yatan hem fiziksel hem psikolojik nedenleri tespit edip hem fiziksel hem psikolojik rahatsızlıkları tedavi eder.


Homeopati seansı doktor ve terapist görüşmesinin bileşimi gibi bir deneyim. Aklımda kaldığı kadarıyla seansta üzerinde durulan konular şöyle:



  • Sağlık geçmişim. Çocukluktan itibaren geçirilen tüm hastalıklar. Aşılara tepki verilmiş mi, alerji var mı, hangi hastalıklar geçirilmiş, ilaçla mı tedavi olmuş?

  • Ailenin sağlık geçmişi. Anne babanın geçirdiği hastalıklar. Büyükanne büyükbabanın sağlık sorunları. Vefat ettilerse nedeni.

  • Libido seviyesi.

  • Genel modla ilgili sorular. Enerji seviyesi günün hangi saatinde daha fazla? Uyku düzeni normal mi? Rüyalar hatırlanıyor mu? Açık hava mı kapalı yerler mi seviliyor? Güneşli mi yağmurlu havalar mı seviliyor? Kuru havalar mı nemli havalar mı seviliyor? gibi. Sevilen renkler hangileri? Mutlu ve mutsuz eden şeyler neler?

  • Yeme alışkanlıkları. Ağırlıklı olarak neyle besleniliyor? Ara sıra aşerdiğin yiyecek var mı? Nefret ettiğin yiyecek var mı?

  • Sonra psikolojik konular. Hangi durumlarda mutsuz hissediyorum, neden? vb.

İyi geldiği rahatsızlıklar, örnek olarak birkaçını buraya copy-paste yapıyorum; kaygı ve panik atak, mutsuzluk, depresyon, uykusuzluk, öfke patlamaları, sebebi bilinmeyen korkular, mevsim değişikliklerine karşı hassasiyet... Açıklanamayan ağrılar, tansiyon, eklem rahatsızlıkları, cilt problemleri, menapoz, adet düzensizlikleri, astım, mide-bağırsak rahatsızlıkları, kabızlık... gibi kendini bedensel düzeyde ortaya çıkaran rahatsızlıklar.


Daha önce terapiye gitmedim, ve hemen hemen her şeyimi bilen birisine bunları tekrar anlatmak garip geldi biraz :) Fakat beni rahatsız eden bazı fiziksel sorunlardan ve duygusal patlamalardan kurtulma düşüncesi hoşuma gitti :) Bakalım tedavi işe yarayacak mı?

11 Ocak 2010 Pazartesi

Ankara Ankara Güzel Ankara :)


Doğumundan 23 yaşına kadar Ankara'da yaşamış biri olarak Ankara'yı çok severim. "Ankara'nın en güzel yanı İstanbul'a dönüşü ehuehuehu" diyen İstanbullulara "Ankara güzel de deniz yok :(((" diye ağlak ağlak konuşan İzmirlilere kıl olurum. Türkiye'nin ortasında karasal iklimin hüküm sürdüğü bir coğrafyada deniz olması gerekliliğini nerden çıkarıyorsunuz kuzum?! Üniversitede fazlasıyla karşılaştığım bu insan tipine aşk ve seyahat diliyorum. (bu da sktir git demenin kibarcası yeni öğrendim pek hoşuma gitti:)) Gidin kendi şehrinizde okuyun üniversitenizi o halde.. Ne kin biriktirmişim arkadaş, bir anda hepsini kustum :P

Bu haftasonu Ankara'daydım muhterem okuyucularım. Pek sık gidemiyorum ama ne zaman gitsem uzun süredir (yıllaar yıllar boyu) gitmemiş gibi hissediyorum. Halbuki şirketle beraber Anıtkabir gezisine gideli 1 yıl olmadı. Sanırım Ankara'da her zamanki ritüellerimi gerçekleştirmeden oraya gitmiş gibi hissetmiyorum.

Cuma öğleden sonra başlayıp pazar akşamüstüne kadar süren seyahatimiz pek verimli geçti. Sevgilimle 2. kez uzun yola çıkmanın yanı sıra, uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla akşam yemeği yeme ve müstakbel eşiyle tanışma, Ankara Kalesi'nin burçlarına çıkma, Çengelhan'da Rahmi Koç Müzesi'ndeki Henry Kupjack'ın Minyatür Odalar sergisini gezme, Oltu cağ kebabı yeme, Berceste'de mola verme, Cafe des Cafes'de biraz vakit geçirme, sevgiliyle bir BMW'ye nazar değdirip tamponunun kopup gitmesine sebep olma, canım okulum Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampusu'nu ziyaret etme ve ağaçların arasında dolaşma gibi kel alaka aktivitelerimiz oldu.

Gezinin enn sevdiğim kısmı Beytepe Kampusu kısmıydı. Nizamiyeden girer girmez gözlerim yaşardı. 11 yıl önce mezun olduğum, 4 yılımı geçirdiğim fakat üzerimdeki etkisi hayatımın sonuna kadar sürecek olan okulum... Herkes çok değişmiş olduğunu söylüyordu bir sürü yeni binalar yeni imkanlar vs. Ben çok değişmemiş gördüm ve hoşuma da gitti. Her şey de değişmesin bazı şeyler aynı kalsın isterim. Çocukluğumu geçirdiğim mahalle ve Beytepe gibi.

Sevgilimle seyahat etmeyi de seviyorum uzun yola gitmeyi sevdiğim gibi, bu da hoşuma gitti çok. Keşki kar yağıyor olsaydı ama o da başka sefere artık.